Sabah sabah sığınacağım yer burası olmamalı sanki... Ya da belki burasıdır tam da şu an olmam gereken yer. "Bir şey aynı anda hem çok kötü, hem çok iyi nasıl hissettirebilir?" diye düşünürken tam da... Düşüncemin sağlaması, kendini doğrulaması gibi oldu buraya koşmam-ya da "doğru" dememeliyim zira itici bir şekilde her şeyin en doğrusunu bildiğimi düşündürüyormuşum etrafıma ki burada bir haklı çıkma dürtüsü yok aslında; o yüzden bir aydınlanma diyelim istersen ama içimden bir ses ben hiçbir şey söylememeliyim ve belki de artık "cuk" diye oturan o sihirli sözcükleri sen aramalısın, sen bulmalı ve sen kullanmalısın diyor. Hem burası bana ait değil mi? Neden sorguluyorum gel-gitlerimi? İstediğim zaman girip çıktığım bir meyhane, boş bir ev, loş bir odayı bana çok gören bir zavallılığın ortasında, yaşlarımı, yaşa(ma)dıklarımı sırtımda taşıyıp inşa ettiğim en konforlu alan burası. Konfor demişken, benim bedenim, somut varlığım uçsuz bucaksız bu evrende kıç metre kareye bile sığar, gıkı bile çıkmaz bilirsin. De... İşte! Ruhumu, soyut olan yanımı koyacak, taşıyacak daha iyi bir yerim yok. Hiç olmadı, olmamış yani. Belki de sorun cidden bendedir; ben benden taşıp bir başka ruhta biraz soluklanmak, biraz dinlenmek istememeliyimdir. Herkes kendiyle kendine sıkışmış zaten. Tartışmalar, çatışmalar, anlayamamalar bundan zaten. Bu da biz insanoğlunun laneti zaten. Her şeyin var ama hiçbir şeyin yokmuş gibi hem iyi hem kötü hissetmek... Gitmek isterken kalmayı da istemek, gittiğini sandıkça kendine çıkmak... Koskoca evrende son derece önemsiz görünen lakin ağzımıza sıçacak derecede önemsediğimiz ağırlıkta bir varlığa, var oluşumuza çakılıp kalmak. Baştan aşağı tezatız, baştan aşağı her şey tezat zaten. Bravo! Baksana nasıl da uyumla hem iyi, hem kötüyüz zaten. Muntazaman kaotik bir biz... Şair boşa dememiştir ama sonuçta idrak edip uygulayamadığımız her şey boşunadır. Göğü boşver. Durma, birbirimize kızalım biz.
Deli Kız