Sana zaten bildiğin bir şeyden bahsetsem... Sana, bildiğin halde hiç haykırmadığım bir şey söylesem... Bilmek tek başına pek bir işe yaramıyor; anlar mısın? Bu yükü doğrudan senin omuzlarına versem... Taşır mısın? Sımsıkı tutar mısın onu? Sevgi dolu bir buse kondurup tüm içtenliğine, uçurur musun tütün kokulu, şefkatli avuçlarından?
Bedenin, öldüğünde yirmi bir gram hafiflediğini duymuş, vücuttan çıkan ruhun ederine şaşırmıştım. Taşımaya çalışırken altında ezildiğimiz ağırlığa... Koskoca bir yaşam sona erdiğinde yan yana uçup giden o iki rakama...
Ne ruhu küçümse, ne bedene acı!
Biraz hafiflesem... Ve doğal olarak külçe gibi bir ceset bıraksam ardımda...
Kara kara düşünmeden geriye kalanla ne yapacağını, bir sigara yakıp örneğin, yanıma uzanır mısın? Sıradan, sıkıcı bir anı başımızdan defetmeye çalışır gibi davranır mısın? Soğuyan bedenime sarılarak... Sevişmek yerine benimle, en renksiz halimi sever misin sadece? Şefkatli, tütün kokulu ellerinle yine de, yeniden can verir misin? Küçümsemeden ya da acımadan birkaç güzel cümle üfler misin yüzüme?
Gizem ağırdır. Yoran ama yaşatandır.
Yeterince cesaret defalarca ölmek demektir.
Ve bir şey bittiğinde başka bir şey başlar.
Bir kuyu bulsam, içine düşsem... Ya da bir ateş görsem, içinde yansam... Denize açılsam, denizde boğulsam...
Deşmeden kuyuyu, harlamadan ateşi ve ağlatmadan denizi sen... En derin, en sıcak, en mavi halimle özgürleşsem ben?
Deli Kız