4 Ocak 2018 Perşembe

Gururla: Kendimin Dibiyim

Hemen hemen -sizlik ekiyle biten her olgu taşıması zor birer ağırlıktır insan için. Sessizlik ise tuhaf şekilde tercih edilebilen bir durum. Ve çok yakışıyor bazı mevsimlerin dokusuna.

Düşünüyorum da; mevsimler bizden artakalan ne varsa-kim varsa hepsini, daha önce tecrübe etmediğimiz türlü heyecanlarla ya da umarsızca apar topar içeri alıp sonrasında kimi zaman farkında olmadan tüketerek kimi zaman da kasten ve bencilce acımadan kapı dışarı etmemiz için mi sıraya giriyor?

Kim bilir belki de korkarak fakat eşsiz bir arzuyla eşikten geçmelerine izin vermemiz ve hayalkırıklığına ya da mutluluğa karşılık her koşulda okşayarak yüreğimize kilitlememiz için esip gürlüyor, yakıp kavuruyorlar ortalığı...

Sahi, kör düğüm misali varlıklarız... Ne kadar az anlıyoruz hem kendi ruhumuzdan hem birbirimizin yüreğinden... Çoğu zaman izaha tenezzül ya da teşebbüs dahi etmememiz bu sebepten sanki...

Kışı özlemişim; kavuştuk; aramızdaki yaz tozu tutmuş pencereyi hesaba katmazsak.

Pederşahi kafalar uzun uzun tanımlaya dursun, bir kadının tek eksikliği bu olabilir zannımca. İçine dönememek... Kendi kuytularında dolaşamamak... En çok yalnız kalmaya, kendi olmaya zaman ve cesaret bulamayan kadın eksiktir. 

Bugün sadece yazmak istedim; düşünmeden, konuşmadan ve durmaksızın.
Yazmadığımda aynaya bakmayı unutmuş bir kadın gibi hissediyorum. Eksik... 
Yazmadığımda merak ediyorum mevsimlerin hangisine ya da neresine gizlendiğimi.
Kaybolmuş gibi değil de, daha çok kaçmış gibi...
Yazmadığımda kendimden uzaklaşıyorum.

Yazdıkça seçiyorum, insanları, anıları, sözleri, filmleri, kitapları, şarkıları... Özenle...
Bu, çoğunu aynı özenle elediğim anlamına da geliyor lakin nefret etmiyorum hiçbirinden.
Gereksiz kalabalıklardan haz etmiyorum, evet. Yaşamın tam da en en güzel mavilerinde özgürce ve huzurla kulaç atıyorken aklımı çeldiklerini, beni yavaşlattıklarını, oyaladıklarını düşünüyorum, kimi zaman boğmaya çalıştıklarını hatta. Ve fakat bu daha uzak mesafelere yüzmem, bıkmadan-usanmadan daha fazlasını keşfetmem için beni önce hafifletiyor sonra yüklüyor. Umutla...

Seçtiklerimi seviyorum, kendime sakladıklarımı...
Güzel insanları, anıları, sözleri, filmleri, kitapları, şarkıları... Uçsuz bucaksız sularda ayak bastığı mucizevi adaları nasıl severse bir meczup... Bana soluk olan, ateş olan, döşek olan o cankurtaranlar... Minnetle öpüyorum sizi kendi sessizliğinizden.

Sonra göğe kaldırıyorum başımı: "Kış, ne de güzelsin!" Bu şehre hiç yakışmasa da bu mevsime hayran olduğum gerçeği değişmiyor... İşte bu! Bu benim...Ta kendim...

"Sessiz kalan bütün hikayeler sonunda bir zehire dönüşürler." demiş Nietzsche. Yanılmış oysa ki.
"Sessizlik en güzel sestir, duyabilen için..." diyen Şems'i saygıyla anıyor ve susup anlıyorum...
Deli Kız