M: ortak zevklerimiz var demek ki? ama sen al. belli ki zor karar veriyorsun.
A: yok ondan değil. yani seçenek çok olunca insan karar vermekte güçlük çekiyor.
M: evet, ben de öyle tahmin etmiştim. şuradaki genç, esmer kızın yanındaki... şimdi ismini hatırlayamadım. yarım saattir senden söz ediyor. yazar olduğunu söyledi. büyük hayranın. hakkında baya bir şey öğrendim.
A: kitabı daha basılmamış bir yazar. umarım hayal kırıklığına uğratmadım seni.
M: bilmem... şimdilik eşyalarla konuşan, cep telefonu kullanmayan ve otelde yaşayan bir adam... hiç fena görünmüyor.
A: o zaman ben size bir şarap ikram edeyim. bana soracak olursan sen beyaz içiyorsundur.
M: öyle olsun.
A: ya sen kız tarafı mısın erkek tarafı mı?
M: ikisi de değil aslında...
A: eee ne işin var burada?
M: beni senin için gönderdiler; yukarıdan...
M: sence ben bocalıyormuş gibi mi görünüyorum?
A: yani... yani diyelim ki bir gün bara geldiğinde beni bir kadınla oynaşırken gördün. o zaman ne yaparsın? normal mi karşılarsın?
M: evet. gerçi bir daha yüzümü göremezsin, o ayrı.
A: bak... hem normal karşılıyorsun hem de bir daha yüzünü göstermiyorsun...
M: ne alakası var canım? bir şeyin kalbini kırması için illa yanlış olması gerekmez ki?
A: bir şeyin kalbini kırması için illa yanlış olması gerekmez ki?
M: gelmeyecek misin?
M: çay içer misin?
A: birini mi bekliyorsun?
M: her zaman yanımda fazladan bir bardak taşırım. hayat... ne olacağı belli olmaz.
M: değişmişsin?
A: nasıl değişmişim?
M: halin, tavrın değişmiş. ama iyi görünüyorsun.
A: bunun için kendini tebrik edebilirsin.
A: beni niye bırakıp gittin müzeyyen?
M: elimde değildi. kendime engel olamadım. ona aşıktım. seni üzmek istemezdim ama kendimden de vazgeçemedim.
A: değdi mi peki?
M: mesele bu değil ki. yaşamam gerekiyordu yaşadım. ama biliyorsun işte... bitiyor en nihayetinde her şey gibi.
A: bitiyor...
A: çay için teşekkürler.
M: gitme. lütfen. lütfen...
M: diyelim ki gitmedim. seninle beraber olmaya devam ettik. ne değişecekti? ne yapacaktık?
A: sevişirdik.
M: başka?
A: sabahları beraber uyanırdık. ben senden önce kalkardım. senin uyuyuşunu izlerdim. sonra sen uyanırdın. bana gülümserdin.
M: sonra?
A: sonra, sabahları çayı tek şekerli içtiğini, günün diğer saatlerinde şekersiz içtiğini biliyor olurdum. o ilk şekeri ben atardım çayına. zarifçe eritişini izlerdim.
M: sonra?
A: sonra... en çok boynundan öpülmeyi sevdiğini biliyor olurdum.
M: güzelmiş.
A: sonra dışarı çıkardık. dışarıda yağmur yağıyor olurdu. biz şemsiyeyi almazdık. sırılsıklam olurduk. sonra sen bana sokulurdun. ama saçağın altına hiç girmezdik. sonra sen üşütürdün. ayakların buz gibi olurdu. ben sana en sevdiğin o mavi çoraplarını getirirdim. sonra bayramları babaannenin mezarını ziyarete giderdik.
M: gider miydik gerçekten?
A: hayatta en sevdiğin kadın için ağlayışını izlerdim senin. hiçbir şey yapmazdım. gözyaşlarını silmezdim, seni teselli etmezdim. orada öylece ağlayışını izlerdim senin. başka insanların mezarlarının arasında dolaşarak, hayatın ne kadar şahane bir şey olduğunu düşünürdüm. sonra... sonra hiçbir şey yapmazdık. öylece otururduk. çok bilinmeyenli bu sorunun yanıtını arardık. hayat bizi yalancı çıkarana dek, bulduğumuz cevapları doğru sanırdık.
M: o zaman... bir çay daha içelim mi?
A: daha fazla çay içmek istemiyorum ben.
İlhami Algör / Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku












