Küçücük bir defter yeter; çekip dizlerimi karnıma, kanepede uzanan yorgun senin ayak ucunda yazabilsem. Ya da yazmasam bir daha hiç. İçimden geçen, aklıma gelen her şeyi seninle konuşabilsem. Sana anlatabilsem, dinlesen. Elzem ya da gereksiz... Mantıklı ya da saçma olan ne varsa... Eğlenceli ya da can sıkıcı... Uykularını kaçıracak ya da masal tadı verecek her şeyi... Kıkırdayarak ya da somurtarak... Kahkahalar ya da gözyaşlarıyla coşsam çehrenin karşısında. Ya da sadece ufak bir tebessümle yüzümde, gözlerine gözlerine sussam da sen ben daha fazla yorulmadan anlasan, anlamış gibi, anladığın kadarına başını sallasan ve boynuna gömsen dudaklarımı; beni neremden nasıl kurtardığına hayret etse sessizliğim de artık buralara hiç uğramasam. Senin bilgeliğini, benim her şeye inat naif kalan yanımı yüreklerimize örtüp dünyanın en güzel sabahlarına uyanabilsek. Rüyalarımızı hatırlamadığımız o sabahların şiirleri olsa da gün ışığından kamaşan gözlerimizi açmadan okuyabilsek ezbere ya da camda ilerleyen yağmur damlalarından daha hızlı mırıldanabilsek sevdiğimiz şarkı sözlerini. Şaşırsak da olur kekelesek de. Yanyana olabilsek seninle.
Elimin uzanamadığı bulunduğun o yere cümle cümle sokulmaya çalışmak, tedirgin sözcüklerle kurulmuş görünmez bir köprüden sana doğru yol alırken "Köprü yıkılır ya da başım döner de bilinmez derin sulara düşersem" korkusuyla yine de vazgeçmemek, varlığına inandığım lakin bir isim bulamadığım bu duygu yoğunluğunu eksiltmeden, değiştirmeden, önemsizleştirmeden, sana taşımak ne de zor, ne de anlamlı, ne de bambaşka.
Tüm bunları bildiğini seziyorum aslında. En azından değil, adamakıllı hissettiğini seziyorum. Ve bu yüzden daha fazlasını söylemiyorum. Oysa o kadar dilimin ucunda ki... Yaprak kımıldasa düşecek gibi hemen önümüzdeki sonbaharda. Zaman diyorum, biraz zaman... Bu kış donmazsa, baharda kanat takıp uçacak ve konacak pencerene dahası, fazlası. Kaybolma, çok uzaklara gitme, gidersen de geri dönmeyi unutma.
