27 Ocak 2017 Cuma

Kar Defter Hesap

Saat altıyı on geçiyor.
Bir başkası için önemli mi önemsiz mi asla aldırış etmediğim çünkü en iyi benim bildiğim çetrefili görkemli pek kıymetli tarihime bir not daha düşüyorum: 
Bugün nadir türden bir hoşluk var nereye çevirsem yüzümü.
Bu şehri bilirsin; yazı da kışı da ne kalpte ne gözde hayranlık uyandırmaktan çok uzak halbuki.
Yirmi yedi ocak iki bin on yedinin altını çiziyorum: 
Alışılmadık şekilde güzel bugün evlerin isli çatıları, sıska dalları ağaçların ve ara sokaklardaki silik ayak izleri...
Kar yağıyor üstümüze.
Yirmi dört saat oldu.
Yağan kar her köşede başka bir hesap tutuyor.
Herkes kendi hikayesinde ucunu kıvırdığı bir sayfanın tozunu silkeliyor. 
Kimse bu denli beyaz, bu denli keskin bir netlik karşısında daha fazla kayıtsız kalamaz çünkü... 
Kar taneleri temize çekiyor her şeyi. 
Sorgulanmaktan şikayetçi de değil üstelik insanlar; "Bir bahane olsa da canımızı acıta acıta konuştursa üstüne örtü çekilmiş özümüzü" dediler hep.
Duydum. 
Duymakla kalmadım, hepsini tek tek dinledim.
Gösterişsiz sıradan bir günde tanımadığın insanların iç sesini işitmek ve yaradılışlarının kimi zaman en yalın kimi zaman en karmaşık haline kulak kesilmek nasıl bir ağırlıktır tahmin edemezsin. 
Baktığın her yerde mutlak bir gerçeği ya da uzak bir ihtimali görebilmek... 
Bilemezsin, çoğu zaman sisli, bulanık, adeta "Çek çıkar beni buradan diyen" esrarengiz masallar keşfetmek ne menem bir lütuftur.
Çoğu insanın kendi tarihini yazabilme yetkinliğinden şüpheliyim. 
Pek çok insan ise çetrefili görkemli bireysel tarihinden bir haber ve çok azı onunla nasıl baş edeceğinin bilincinde. 
Neyse ki bir bahane hep var.
Neyse ki kar var örneğin.
Sadece karı beklediler, önce sersemlemek sonra dengeyi bulmak için. 
Ya da merhametli bir meltemin, işgüzar bir ahmakıslatanın özlemini taşımışlardı aynadaki yansımayı yorumlayabilmek uğruna...
Birbirine hiç dokunmayan sayısız kar tanesi bugün delip geçercesine dokunup çok sayıda insana öyle düştü yeryüzüne.
Sokak kedilerinin kirlenmiş tüylerinde ya da yerinden oynamış kaldırım taşlarında öyle çok gizem yankılanıyor ki şimdi. Herkes kendi hesabında boğuluyor ya da kendi hesabında yeniden doğuyor sanki. 
Bembeyaz bir arka planda her insanın kendi özüyle yüzleşmesi ve irkilmesi ne şahane.
Şu ana dek şahit olduğum tüm kahraman ve anti-kahramanlarca özgür bırakılmış zihnim kendi hesabının keyfini sürüyor bugün.
İyi ki kar yağıyor.
Aksi halde ne fırtınayı ne kıyameti bekleyebilirdim anlayabilmek ve anlatabilmek için...

Şu koskoca evrende işittiği sessizliği dinlemeyi becerebilen bir insanın içini dökebileceği, şahit olduğu tüm kahraman ve anti-kahramanların mutlak gerçeklerine olmayacak sorular sorup uzak ihtimallerine umut serpebileceği küçücük bir deftere sımsıkı sarılması öyle dokunaklı bir paradoks ki!
Dizlerimin üstünde duran defterimin ucu kıvrılmış bir sayfasına dokunuyor sağ elimin baş parmağı... 
Pencere kenarına koyduğum çayımın dumanı yüzüme vuruyor... 
Eksi beş dereceye baka baka içimi ısıtıyorum. 
Sol elimle beyaz tellerimi koparıyorum tek tek ayıklayıp.
Bembeyaz... 
Karın yağışını izliyorum. 
Buradasın. 
Saf... 
Tuhaf... 
Kaçıp gitmek istediğin, seni hayal kırıklıklarından, can kırıklarından kurtaracağını düşündüğün uzaklıklar faydasız...
O uzaklıklar sen hiç bir yere ait olmadığını ve her yerin sana ait olduğunu anla diye oradalar. 
Oralar sensin. 
Buralar da sensin. 
Bunu anlayabilmemiz için var tüm o kıtalar, ülkeler ve şehirler.
Taşıdığın yürektesin, içinden geçenlerde, aklına gelenlerde...
Sarsılmaya elverişli şartlar dünyanın neresine gidersen git mevcut. 
Bulunduğun enlem ve boylama paralel şekilde senin de eline bir ayna tutuşturmuştur herhangi bir tanesi ve belki pencere kenarında değil de deniz kenarındasındır ya da dolunayın gölgesinde...
Hesap ver sen de...
Bu defa sözün olmadığı yerde duyabilmeyi, baktığını görebilmeyi kanıksamış bu ruhun sana açtığı kahraman ya da anti-kahraman kaydından ziyadesiyle...
Deli Kız