Bir eski zaman şarkısının ellerimden, avuçlarımdan taşan sözleriyle kirpiklerimi, dudaklarımı, saçlarımı yıkadım bugün.
Sulu sepken kaldırımlarda, sanki Nisan'da değil, bahardan da değil, Böyle Bir Kara Sevda'yla ıslandım.
Şimdi Ankara'da... Şimdi bahçe duvarıyla hanımeli şevişiyordur sarmaş dolaş. Şimdi grinin en güzel tonu benim gözlerimden geçen bulutlarda ya seni düşündüğümde...
Üç oda bir salon, kutu gibi, kuytusu yok huzuru çok bir ev var evvel zamanda. Deliliğimle başbaşa biriktirdiğim kadehlerim var mutfak tezgahında. Banyosunda benim havlum, benim diş fırçam var bir tek.
Seni koydum odalarına; adını, sesini, kokunu... Yağmurlu balkonuna... İçim titredi.
Sanmam ki en can alıcı sözler hep biterken, hep ayrılıklara... Bilirim ki kimi zaman beyaz telleriyle daha da güzelleşir insan... Ve doğacak güne ağlamak, bir yalana gülümsemekten daha gerçek aslında...
"Beğendiğiniz bedenlere, hayalinizdeki ruhları koyup aşk sanıyorsunuz" dermiş Shakespeare. Önce ruhuna dokunduğumuz, ruhumuza dokunan varlığını bedeniyle de sevmemiz olamaz mı aşk biraz da?
Aşk olsun Shakespeare...
Aşk olur Shakespeare...
Sanrı da olur, Tanrı da...
Deli Kız
