Her daim pembe olmuyor... Arada bir kararıyor gökyüzü. Her
akşam, hepi topu birkaç metre karelik kanepede romantik komediler izlenmiyor
koyun koyuna... Film kopuyor zaman zaman; amatör sınıfından gerilim, korku
başlıyor. Sürekli lezzetli yemekler pişmiyor mutfakta... Kimi zaman yanıyor
tencerenin dibi kafaya takılan soru işaretleri yüzünden. Banyoda yer kavgası
yapılırken kahkahalar atılmıyor her daim... Kapılar çarpılıyor arada bir, kilitleniyor
süresiz. Aşkın pembesi koyulaşıp kırmızıya çalmıyor her gece...
Yatak yorgan ısıtmıyor her zaman... Yastığa düşen damlaların üşüttüğü oluyor ara
ara. Aşka ne mi oluyor? Aşk, onu iki renkten ibaret bilenlere dersini veriyor
bir güzel. Kendini prenses sananlara önce kadın olduklarını hatırlatıyor...
Prens olduğunu düşünenlere sadece erkek... Bir ucundan kadınlık, diğer ucundan
erkeklik asıldıkça insan olduklarını unutturuyor sonra. Çekiştirilirken bir o
yana bir bu yana, yok olup gidiyor zamanında tüm kirli çamaşırları ağırlığınca
taşıyan o gergin halatın her bir parçası yavaş yavaş... Hayat da üzerine düşeni
yapıp kor bir kaya fırlatınca tepeden, kül duman götürüyor ortalığı. İnsan
olduğunu unutan kadın-erkek arasın ki bulsunlar iki ucundan tutunup
birbirlerine çıkaracak o sağlam ipi. Emekleye emekleye, koyu bir sis bulutu
içinden aydınlığa çıkmaya uğraşırken nihayetinde biri sağa gidiyor biri sola...
Daracık başka döşeklerde uzanmaya, başka mutfaklarda doymaya, yer kavgasına
başka banyolarda, başka yataklarda uyumaya gidiyorlar belki de... Kayıtsız razı
oluşlarla, sıradan izler bırakmaya başlıyor tutkuyla varılan ve kaçarak terk edilen her liman...
Aldırmıyor deli gönül... Giden gitsin, şarkılar söylüyor içinden, boş
veriyor...
Aşkı her rengiyle yaşayabilenlere ne mutlu... Ya da savrula savrula
öğrenebilenlere... O şarkıları deliler misali aynalara duvarlara değil de hak edenlere
söyleyebilenlere ne mutlu...
Deli Kız
