Oysa
büyüdüğün ve asıl gerçeklerle tanıştığında tıkanıverirsin kalem kağıt elinde...
"Bunları yazmalıyım..." dersin ama öyle birikmiş, öyle çetrefilli bir
hal almıştır ki anlatmak istediklerin, nereden ve nasıl başlayacağına
takılırsın uzunca bir süre! Diyelim ki başlayabildin bir yerden bir şekilde
fakat doluvermiştir çöp kovası buruşturup attığın sayfalarla bu defa... Her
şeyi tüm çıplaklığıyla dile dökmek istersin kısa ve öz, ama yaşına,
yaşadıklarına az gelir en sade sözcüklerle kurulmuş en kısa cümleler! Bildiğin
tüm söz sanatlarını kullanarak görkemli satırlar sıralamaya niyet edersin -ki
bu yaşta ve bu noktada sana ve senin olanlara da bu yakışır- ancak süslü
satırlarla sen birleşince, daha da ağırlaşır kalem kağıt. Çarpıcı bir giriş
bölümüyle başlamak oldukça zor, mükemmel bir gelişme bölümüyle devam etmek bir
hayli yorucu ve nefes kesen bir sonun altına ismini imzalamak neredeyse
imkansızdır çünkü! Çaresiz ve biraz da umarsız “Neyse...” deyip iç çekmekle
yetinirsin sözün kısası...
O
çok şey yaşadığını ve bildiğini sandığın günlerden sana kalan fotoğraf,
kurutulmuş çiçek ve bolca edebiyat dolu sayfalar, artık yazmaman gerektiğinin
kanıtıdır belki de... Çünkü atmışına geldiğinde, otuzunda yaptığın gibi gülüp
geçemezsin de tüm bunlara... Nereden başlasam, nasıl anlatsam demeye kalmadan
akar göz yaşların... Her şey, senin olanlar ve bu defa bir de içinde kalanlar
derin bir “Ah...” eşliğinde uzunca nefes almana fırsat vermeden gözlerinden
süzülür sade-süslü metinler yerine! Sonra yorgun ellerinle görmekte zorlanan
gözlerini silersin! En iyisi ölmek dersin bu defa...
Şimdi
söyle bana, hiç bir şey bilmeden kalemini kağıdının üzerinde adeta dans
ettirdiğin yaşlarında çok şey yazmak mı, bir şeyler bilip kalemle kağıtla
boğuştuğun yaşında susup yutkunmak mı, çok şey bilip kalem tutmayan ellerin ve
kağıdı görmeyen gözlerinle ölmek istemek midir yaşamak?
Deli Kız
